Seyahat günlüğümden: Malta
- Gulbu Tanrıverdi
- 18 Haz 2023
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 28 Tem 2023
Malta'ya seyahatim ilk yurt dışı deneyimimdi. Uçaktan korkuyordum. Ama hayatımın bir dönüm noktasındaydım ve tüm korkularımla mücadele etmek istiyordum. Belki hayata biraz kırılmış biraz da ne halin varsa gör hayat dediğim yıllardı.
Dil kursu için gittiğim St. Julians'ta bir ay kalmıştım. Kültürü daha yakından tanımak için aile yanında kalmayı tercih etmiştim. Beni havaalanından almaya ev sahibi gelmişti. Trafik soldan işliyordu ve kadın hızlı şofördü. İlginç olan ise kentte trafik ışığı yoktu. Sadece yerlere yavaş yazılmıştı. Yola biri çıktığı an tüm araçlar duruyordu. İlk tahminim orada çok trafik kazası olduğu şeklindeydi. Kadına sorduğumda hayır hiç kazaya tanık olmadım demişti.
Ben yaşlarında iki çocuklu, eşinden ayrı yaşayan bir kadındı. İlk tanışmamızda eşiyle kilise nikahı olduğu için dindar bir Katolik olarak boşanmalarının mümkün olmadığını bu nedenle partnerleriyle evlenmeyip birlikte yaşadıklarını söylemişti. Yurt dışından eğitim için gelenlere iki katlı olan evinin üst katındaki odaları kiralayarak geçimini sağlıyordu. Aslında ben kadına firma aracılığıyla ödeme yapmıştım. Benim ödediğim ücrete öğlen yemekleri dahil değildi. Dahil olanlar için her sabah ayrıca sandviç hazırlanıyordu. Akşam yemeklerinde genellikle makarna ve pizza çeşitleri olurdu. Kahvaltıda ise oralet tarzı bir içecek, kızarmış ekmek tereyağı ve reçel rutinimizdi. Bir ay boyunca bu hiç değişmemişti.
Ben aile deyince hep beraber zaman geçirip, kurstan geri kalan zamanı birlikte geçiririm diye hayal etmiştim. Akşamları sofralarına oturduğum aileyle İngilizce konuşup karşılıklı kültür alışverişi yapacağız diye düşünürken alakasız bir ortama denk gelmiştim. Ev değiştirebilirdim ama hepsi aynı mantıkla hizmet veren evlerdi. Bu nedenle başka çarem yoktu.
Eve vardığımda evin misafirler için ayrılmış dört odası olduğunu ve her odada iki kişi kalacağını öğrenmiştim. Buna üzülmemiştim. Harika farklı ülkeden bir arkadaş edinecektim.
İlk kültür şokumu kalacağımız odaların hiçbirinin kapısının kilidi olmadığını görünce yaşamıştım. Hatta sürgülü tam olarak kapanmayan kapılardı. Oysa otel odası gibi her odada farkı insanlar uyuyacaktık. Ev sahibine sanırım ilk kültür şokunu da ben yaşatmıştım. Kaldığım oda için anahtar istiyorum diyince kadın şok olmuştu. Bana yanıtı oldukça netti. "Burada kimse birbirine istemedikçe bir şey yapmaz". Nasıl bir cümleydi bu. Kabullenmem çok zor olmuştu. Doğrusu benim önyargılarım vardı. Kadınlar ve erkekler aynı yerde kalıyorsa kilitler olmalıydı, mahrem alanlar olmalıydı. Bu benim kültürümdü onun değildi.
İkincisi ise ortak banyo ve banyoda ne olduğunu uzun süre çözemediğim klozet vari "bidet" olmuştu.
Herkes olabildiğince birbirine saygılıydı. Farklı ülkelerden 8 kişi aynı evdeydik. Başlangıçta genç bir oda arkadaşım vardı. Sonra yaşıtım olan bir oda arkadaşım olduğunda çok mutlu olmuştum. Fotoğrafını ekledim. Beraber denize, yemeğe hatta caz müzik dinlemeye gitmiştik. İçinde midye kabuğu olan deniz ürünleri çorbasını iştahla içtiğini hala hatırlarım.
Üç küçük adadan (Malta, Gozo ve Comino) oluşan bu küçük ülke kültür olarak biraz biz Türklere de benziyordu. Yüksek sesle konuşma, esmerlik, siyah saçlar, aşırı heyecanlı iletişim şekilleri gibi benzerliklerdi bunlar.
Genel olarak İngilizce biliyor ancak konuşmak istemiyorlardı. Bununla birlikte dil okulları ülkenin geçim kaynakları arasındaydı. Özellikle Türkiye'den çok rağbet gördüklerini ancak gençlerin buraya dil öğrenmek için değil daha çok eğlenmek için geldiklerini söylemişti kaldığım evin sahibi.
St. Julians eğlence ve gece hayatının yoğun yaşandığı bir kentti. Kentin her yerinde dövmeciler ve saç ören Afrikalı kadınlar vardı. Kentin gündüzü ve gecesi farklıydı. Gündüz daha çok üniversite kampüsü havasında olan kentin Paçavil bölgesi ilerleyen saatlerde eğlence merkezine dönüştürülüyordu. Gençler gece hazırlanıp her akşam Paçavil'e gider sabaha doğru gelirlerdi.
Dil kursumuz meşhur Westın Dragona Resort'deydi. İlk gün dağıtılan çantalara eğlence merkezlerine giriş ve ücretsiz içecek biletleri konmuştu. Bu mekanlardan birinde ücretsiz dans bile öğretiyorlardı. Kursa katılanlar arasında bir hayli Türk vardı. Benim sınıfımda tek Türk bendim. Sınıfta 15 kişiydik. Aynı ülkeden olan neredeyse yoktu. Rusya, Ukrayna, İspanya, Çin, İtalya aklımda kalan ülkelerdi. Öğretmen Maltalıydı ve aksanlı konuşuyordu. Rus arkadaşın "they" yerine sürekli "zey "demesi beni şaşırtsa da her ülke kendine göre bir aksanla konuşuyordu. Nedense kurs arkadaşlarım Türkiye'yi bir Arap ülkesiymiş gibi düşünüyorlardı. Ülkemiz hakkında hiçbir fikri olmayanlar bile vardı. Bu bana çok ilginç gelmişti. Hatta inanamamıştım.
Herkes çok meraklıydı birbirlerinin ülkelerinin kültürü hakkında. Sen nasıl açık gezebiliyorsun sorusu gelmişti bana. Ülkemizde çok eşlilik olup olmadığı gibi sorular sorulmuştu. Çin'den gelen kıza ise köpekleri nasıl yiyebildiklerini sormuşlardı. Adını koyamadığımız bir kültürel ağrı yaşıyor ve yaşatıyorduk. Herkes kulaktan dolma bilgilerle birbirlerine yönelik farkında olmadıkları önyargılarını dile getiriyorlardı. Çinli kız evet köpek yiyoruz demişti. Sizlerin inek, domuz yediğiniz gibi. Ancak bizim de köpeklerimiz var. Kesilecek olanları ayrıca çiftliklerde yetiştiriyoruz. Öyle olmasa bile çok haklıydı inek ile köpeğin ne farkı vardı. Köpek olunca farklı inek olunca farklı mı oluyordu? Bu farklılığı oluşturan şey aslında kültürümüz değil miydi? Yadırganacak ne vardı ki...
Bir cuma günü ev sahibi akşam yemeğinde tavşan pişireceğini söyledi. Herkes çok mutluydu. Ben değildim. Çünkü kültürümde tavşan eti hiç yememiştim.
Bir akşam kilisedeki törene ev sahibim beni de götürmek istedi. Çok mutlu oldum. En güzel kıyafetlerini giydiler. Kilisenin bahçesinde sandalyeler vardı, oraya oturduk. Müzik, pasta ve şarap vardı. Bana gelen her yiyecek hakkında ev sahibi bir şeyler söylüyor, yiyecekler bana ulaşmadan geri gönderiliyordu. Sanırım bunlar domuz katkılı yiyeceklerdi. Güzel bir akşamdı. Hala o tablo gözümün önündedir. Ilık bir esinti, müzik, pasta ve kendini bulunduğu ortamın müziğine kaptırmış çok sayıda inanan.
Malta muhteşem plajları, caz konserleri, deniz ürünleri mutfağı ve ortaçağı günümüze taşıyan tarihiyle efsane bir ülke. Tekne turuyla akvaryum modunda koylarda balıklarla birlikte yüzebilir, plajların keyfini çıkarabilirsiniz.
Benim kaldığım şehir St. Julian'dan bir başka şehir olan Sliema oldukça yakındı ve yürüyerek gidilebilir bir mesafedeydi. Denize sıfır kafelerde dinlenebilir çay içmek istiyorsanız süt istemediğinizi belirtmenizde yarar var. Böylece demli bir çayı denize karşı yudumlayabilirsiniz. Sliema'da kayalardan hatta kayaların arasından denize girilebilirsiniz. Kocaman kocaman sarı olan bu kayalar birçok insana şezlong olarak ta hizmet ediyorlardı.
Hayatımın en güzel limonlu dondurması da yine Sliema'ya yaptığım bir yürüyüşte yemiştim. Kocamandı ve tadı muhteşemdi. Sliema'da çok sayıda restoran ve alışveriş yapacağınız yer bulabilirsiniz.
Malta'da mutlaka Mdina'ya gidilmeli. Düşünün bir kentin bir giriş kapısı var ve oradan kente giriş yapıyorsunuz. Meydanda çok sayıda kafe var. Dar ara sokaklardan aşağılara doğru yürüyerek denize varıyorsunuz. Muhteşem bir tarih. Nasıl bu kadar güzel korunmuş olabilir, gerçekten inanması zor.
Malta'daki çok sayıdaki müzelere da vakit ayırabilirsiniz. Özellikle de tarihle ilgileniyorsanız. Çünkü müzeler size canlı bir Malta tarihi sunacaktır. Ama biraz sinirlenebilirsiniz...
Bir günü Gozo'ya ayırmak yeterli. Bu minik adaya feribotla gidip dolaşıp hatta deniz için zaman ayırıp tekrar kaldığınız otele dönebilirsiniz. Çanakkale'den Gökçeada'ya gitmekten çok daha kolay. Öyle düşünün.
Malta'da sokaklarda çok sayıda heykellerle karşılaşabilirsiniz. Tarih kokan bu adalar ülkesi sizi gündüz Ortaçağ'a götürürken, geceleri eğlence merkezlerine dönüşecek mekanlarında ağırlayacaktır. Her yerde nargile kafeleri görebilirsiniz.
Hediye olarak şövalyeler alabilirsiniz ya da maket Malta otobüsleri. Ben çocuklarıma Malta yazılı tişört, yarım metre uzunluğunda Malta'nın meşhur yerlerinin ve ürünlerinin resmedildiği kalın kurşun kalemler, magnetler, fotoğraf çerçeveleri gibi farklı birçok hediyeler almıştım. Kendime takı, çanta falan almıştım. Orada ilk kez saçlarımı Afrika örgüsü yaptırıp beğenmeyip aynı gün içinde açmıştım. Umarım öğrencim Rula'nın annesi bir gün saçlarımı Afrika örgüsü yapacak. Fotoğraflardan birinde dil okulundaki öğretmenler ve sınıf arkadaşlarım var. Bir diğerinde ise odayı paylaştığım arkadaşım. Deniz kenarındaki fotoğraf Sliema yolunda. Aslında yüze yakın fotoğraf çekmiştim. Maalesef hepsi bir şekilde kayboldu. Kalan bu birkaç anıyı da kaybetmemek üzere buraya ekliyorum.
Aradan 10 yıl geçti hala tüm sokaklar gözümün önünde. Dünyada bu kadar gezecek yer olmasaydı bir kez daha gitmek isterdim. Kim bilir belki bir gün torunlarımla giderim.
Comments